06.09.2021, 16:59

Hem kalkınma hem seçim biraz zor!

Bizim kuşağın gençlik geyiğidir, "Biz ikinci dünya savaşına girmedik bile ama gel gör ki savaşta baştan aşağıya yıkılan Almanya ve Japonya kalkınmada bizi fersah fersah geçti" cümlesi. Yıllarca bu söze, düşünmeden inanıp "Bizim millet tembel anacım, bak elin oğlu neler yapıyor" diye iç geçirirdim...
Sonraki yıllarda konunun sadece çalışmak ile ilgili olmadığını kavrayıp hatta bir adım daha ileri gidip şu soruyu sordum: "Birinci Dünya Savaşı'ndan beraberce yenik çıktığımız Almanya ve Japonya, sonrasındaki 20 yılda, yeniden bir Dünya Savaşı çıkaracak kadar nasıl gelişti de biz, 2. Dünya Savaşı'na dahil olmamanın haklı gururuyla yetindik!"
Yine bizim kuşağın hemen gençlik bitiminde çok söylenen bir konu vardı: "Güney Kore ve Çin, nasıl oldu da bu kadar hızlı kalkındı, biz yine yaya kaldık. Çalışmıyoruz anacım!"
O tarihlerde birileri, "Kardeşim, hem demokrasiyi oturtmaya çalışıp hem de hızlı kalkınma olmaz. Devletler birinden birini tercih etmek zorunda. Atacağın katı kalkınma adımları vatandaşı öyle etkiler ki, bir daha seçim kazanamazsın" derdi de anlamazdım bir türlü.
Şimdi çooook net oturdu kafamda...
Patates ve soğan fiyatlarının artması ile vatandaşın, Batı Avrupa'daki örnekleri gibi, 'bedava' edinebildiği tek şey olan poşetin 25 kuruşa satılmaya başlanması sonrası iktidar partisinin İstanbul seçimlerini kaybetmesi hafızamda. Ardından şu sıralarda kimle konuşsam, "Pandemi mandemi, dolar çıktı indi, beni ilgilendirmez. Bu fiyatlarla ne kırmızı, ne beyaz et ne de meyve yiyebiliyoruz. Demir çimento o kadar artmış ki kimse ev yapmıyor, yapsalar da biz satın alamıyoruz. Ben enflasyonun yüzde 20 olduğuna inanmıyorum, en az yüzde 50 kardeşim. Bu pahalılıkla AK Parti'ye oy moy yok" cümlelerini duyuyorum...
Ve sonra diyorum ki kendi kendime, "Hem ülkeyi kalkındıracağım, 4 düvele meydan okuyacak, o coğrafyadan, bu coğrafyaya savaş üstüne savaş kazanacağım; ülkenin dış satışını, dış alımından yukarıya taşıyacağım, cari fazlaya geçeceğim; pandemiye rağmen insanlara istihdam oluşturacağım hem de seçim kazanacağım; demek imkansız demek ki!" diyorum...

***

Ali Babacan zamanında dolar ve avro, sudan ucuzdu...
Alman, İtalyan ya da Amerikan arabalarını çok rahat satın alabiliyor, 'ay' phone telefonları elimizden düşürmüyorduk. Meyve üreten çiftçimiz ürününü ihracatçıya vermek için hiçbir çaba sarf etmiyor, iç piyasadan daha da çok kazanıyordu. Makarnayı yurt dışına satmaktansa hemen yanı başımızdaki depoya vermeyi tercih ediyorduk. Yem ucuz diye yumurta da ucuzdu, Marmaris'te tatil yapmaktansa Yunan adalarına gidiyor, neredeyse yarı fiyatına dinlenip eğlenip, dönüşte bir de "Avrupa'da tatil yapması gibi yok canım" diye hava bile atıyorduk. Bolluk vardı, antep fıstığının yerlisini bile yemiyor, 'kaju varken yıllarca neden fındık yemişiz' diye bilgiçlik taslıyorduk.
Daha fazla saymayayım, güzel günlerdi işte!
"Suriye'den defolun" diyorlardı, Ahmet Davutoğlu bir gecede Süleyman Şah Türbesi'ni Türkiye'ye taşıyordu. Topraklarımızda bomba üstüne bomba patlıyordu, "Yav herifler dibimizde, nasıl izin veriyorsun ey ABD" diyemiyorduk. Azerbaycan bizden haber bekliyor, Libya varlığımızı bilmiyordu neredeyse. Afrika ülkelerinin yöneticileri bile Türkiye'nin yerini haritada gösteremiyor, Afganistan'da neler olduğunu BBC'den takip ediyorduk...
Bolluk vardı, yediğimiz önümüzde yemediğimiz ardımızdaydı!..
Ülkemiz her yıl 100 milyar dolardan fazla borçlanıyor, cari açığı hesap etmek için yeni yeni teknotraklar işe alıyorduk. Faiz ödemekten bitap düşmüştük, ancak o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, yeni kara ve demiryolları yapmaktan, kalkınma hamlesi için havalimanı, köprü, tünel ve barajları açmaktan bunları görmüyordu sanırsam!..
Olsundu, bolluk vardı, yediğimiz önümüzde yemediğimiz ardımızdaydı!..

***

Sonra Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu ve ekipleri bir bir çekildi sahneden. "Ben düşük faiz istiyorum, milletin kazandıkları yatırıma gitsin, faiz düşsün" diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisini devirmek için düzenlenen darbe girişiminden de sıyrılınca, bambaşka bir ekonomi tavrına büründü...
"Bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün sözünden yola çıkan Türkiye Cumhuriyeti, son 5 yılda öyle bir hamle yaptı ki, seyredenlerin gözü kamaştı...
PKK yurt içinde bitme noktasına geldi...
FETÖ devlette bitme noktasına geldi...
Kuzey Suriye ve Kuzey Irak neredeyse bizim kontrolümüze girdi...
Azerbaycan, neredeyse 30 yıldır işgal altındaki topraklarını geri aldı...
Libya'da bize sormadan kimse cirit atamaz hale geldi...
Afrika'nın birçok ülkesi ile ticaret yapmaya başladık, yurt dışındaki altınlarımızı ülkeye getirmeyi başardık...
"İbadete açarsak devletimizi yıkarlar" denilen Ayasofya, ibadete açıldı...
"Size F35 vermeyiz" dediler, eskiden olsa cıyak cıyak bağıracak Türkiye Cumhuriyeti, "O zaman biz de yerli ve milli muharip uçağımızı kendimiz yaparız" dedik...
Silah ve mühimmatının yüzde 90'ını yurt dışından alan ülkemiz, dünyaya gelişmiş silahlarını ihraç etmeye başladı...
İnsanlarımız evine tek şeritli yoldan gitmez, uçağa binmemiş vatandaşı göremez olduk...
Dünyanın en ucuz ve en etkili sağlık sistemine sahip olduk, ilaç fiyatlarımızdaki düşüklükten ABD başkanları şikayet eder hale geldi...
20 yılda beklenen borçlanmamızdan 6 trilyon dolar daha az borçlandık; Almanya, Fransa, ABD ve İngiltere, normalde borçlanacaklarından 7 trilyon daha fazla borçlandı...
2000 yılından itibaren ABD ve Türkiye'deki enflasyonlardan hareketle hesaplanan dolar seviyesi, 'olması gereken' noktaya çekildi ve birden ihracatımız patladı...
Pandemi olmasaydı bugün vereceğimiz cari fazlayı hesaplamak için yeni yeni teknotratlar işe alacaktık, ancak turizm, bütün dünyada sıfıra inip neredeyse 6 ay dünyadaki dış ticaret de minumuma inince hâlâ cari açık vermeye devam eder olduk...
Günlerce yazarım da uzatmayayım...

***

Tamam, dolar ve avro yükselince ihracatımız yükselecek ve ülke birden bire özel sektörün yatırım cennetine dönecekti, hesap böyleydi ve çok şükür bu hesabın tutmaya başladığını görür olduk...
İhracat yapanlar inanılmaz paralar kazanmaya başladı. Hem ihracatçılar hem de ihracat yapmak isteyen yeni yatırımcılar, yatırım üstüne yatırım yapmaya ve fabrika temelleri bir bir atılmaya başlandı...
Amaaaa...
Libya, Irak ve Avrupa ülkelerine inşaat malzemesi satmaktan Türkiye'ye inşaat malzemesi veremez olduk...
Avrupa'ya şeftali, incir, portakal, greyfurt satan ihracatçımız, istediği kalitede üretim yapan çiftçiden 2 avroya ürün alınca, çiftçimiz, iç piyasaya 20 liradan aşağıya mal vermez oldu...
İhracattaki bu gelişmeler hemen herkesin Avrupa standartlarında üretim yapmasına ve ürününü yurt dışına satmak için çalışmasına neden oldu...
Pandemi, hizmet sektörünün durması, üstüne ihracattaki bu patlama sonucunda vatandaş inim inim inlemeye başladı, meyve, tavuk, kırmızı et, yumurta yiyemez hale geldi...
"Otomobil alamaz durumdayız" diyeceğim, ancak 'sıfır' otomobil için 3-4 ay sıra bekleyen insanları gördükçe susuyorum...
Neyse diyeceğim şu ki, gerçek, hem de çok gerçek bir pahalılıkla karşı karşıyayız...
Bırakın sabit gelirlileri esnaf bile alış veriş yapamaz hale geldi...
Gerçi ekonomiden anlayanlar, "İnsanlar alışveriş yapamaz hale gelirse emin ol bir süre sonra fiyatlar düşer. Fiyatların bu kadar yükselebilmesi biraz da insanların 'satın alıyor' oluşundan kaynaklanıyor" diyecek, ancak ben çarşı-pazara bakıyorum ve fiyatların hiç de küçümsenemeyecek derecede yükseldiğini görüyorum...

***

Geldik sona...
Ali Babacan zamanında biz bu topraklarda yaşayanlar için iyiydi, geçici de olsa güzellik vardı. Devletimiz zor durumdaydı, ama bizim için iyiydi...
Şimdilerde bu topraklarda yaşayan birçok kişinin gururdan koltuklarını kabartacak kadar güçlü ve bağımsız bir Devlet'e sahibiz, ama bizim için o kadar da iyi değil gelişmeler...
"Hem bağımsız olup ülkemi kalkındırayım hem de seçim kazanayım" demek zormuş demek...
Seçime iki yıldan az bir süre kaldı...
Bence Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, seçim kazanacaksa...
Bağımsızlık ideali değil tabii ki, ancak şu kalkınma işini seçimden sonraya erteleseler iyi olur...
Eğer bi, "B planları" yoksa...
Muhalefet nasılsa doğru düzgün muhalefet yapamıyor diye düşünmesinler. Bu pahalılık, insanlara açıklanabilir durumu çok aştı...
İhracatı zirve yaptırarak yaşayacağımız refah için en az 10 yıl beklememiz gerekiyor ve fakat seçimler 5 yılda bir geliyor...
Türkiye Cumhuriyeti kalkınmak ve dünyanın en üst seviyesine ulaşmak zorunda evet, ama bunu yaparken, bunu yapabilecek lider ve partisinin de seçim kazanması gerekiyor...
Ne Çin ne Rusya ne de eski Güney Kore'yiz...
Almanya ve Japonya gibi "asker ve silaha" para harcamadan fabrika üstüne fabrika kurma lüksümüz de yok, Çin'in vatandaşına dediği "Ben ürettiğimi satarım, siz böcek yeyin" deme lüksümüz de...
Recep Tayyip Erdoğan'ı büyük yapan; başardığı işleri, seçim kazanırken başarmasıdır...
Seçim kazanılmazsa hangi yatırımların duracağını ve kalkınma hamlesinin ne olacağını bilen biliyor kanımca...

Yorumlar (0)

Gelişmelerden Haberdar Olun

@