01.04.2021, 12:08

Hangi ifadenin hangi özgürlüğü?

Özgürlük terimini anınca ilk olarak muhalefetlerce öne sürülen anlam "basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü’’. Terimin anlam derinliği ise bu terimi ananların içinde gütmüş olduğu nepotist bir algıdan daha öteye gidemiyor.

Sık sık ifade özgürlüğüne dikkat çekip Türkiye’nin basın ve ifade konusunda yerlerde süründüğünü iddia edip bunun üstünden siyaset yürütenlerin, söz konusu ifadelerin kendi aleyhlerine olması, kan benim damar benim siyasetine bürünüyor.

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel birkaç gün önce kendisini eleştiren AK Parti Gençlik Kolları Üyesi Esin Kübra’yı şikayet etmiş ve bu şikayetin ardından Esin Kübra ifadeye çağırılmıştı.

Hayır anlamıyorum Apo’nun heykelini dikeceğiz diyenlerin sözlerini ifade özgürlüğü olarak ele alıp, sıradan bir eleştiriyi mi kaldıramıyorsunuz? 

Bugünün eleştirisi yarının benliği

Her fırsatta krizi asla değerlendirmekten kaçınmayıp, eleştirisini yapanlardan anlıyoruz ki; bu durum vizyon-misyon ortasında kalan bir çaba. Bugüne kadar HDP’nin kim olduğunu ne olduğunu sanırım kendilerinin sarf ettiği cümlelerden anlayabiliyoruz. Sırtlarını yasladıkları yeri çekinmeden söyleyenler, yıllarca bu ülkenin başına bela olmuş bir adamın heykelini dikeceklerini söyleyenler…

Ama tabii ki bunlar birer ifade özgürlüğü. 

Ömer Hayyam’ın rubailerinden faydalanmak gerek belki. Akılla bir konuşması olmayanların uyguladıkları çifte standart eleştirilerin nereden gelip, nereye gittiğini anlamak mühim bir mesele.

Muhalefet partisinin bir an önce eleştirel yaklaşmak ve muhalif yaklaşmak arasındaki ince çizgiyi ayırt etmesi gerek.  

İstanbul Sözleşmesi özgürlüğü ve yaygarası

Özgürlük demişken İstanbul Sözleşmesi’nden bahsetmemek olmaz. Zira keskin bir gerçeklik zincirinin üstünde özgürlük kalıpları ile yoğurulmuş bir protokolden bahsediyoruz. 

Zeyreğin bulduğu bakır altından değerlidir. Sosyal medya doğru teknikler ve bilinçli kullanımın bir araya gelmesiyle fayda saçan bir yerken, bilinçsizlik ve hırs yanlışların hayat bulmasına sebep olup bir virüs gibi yayılıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin ardından ise doğdu bir kriz çıktı er meydanına fırsatçılar. Lastik gibi nereye çeksen oraya gelir maddelere sahip olan bir sözleşmeyi, uygulamaya koymanın hiçbir mantığı ve faydası yoktur. World Bank kaynağına göre Türkiye’de 100.000 kadın başına düşen kasıtlı cinayet oranı 0.9. Almanya ve Kanada ile aynı oranı paylaşıyoruz. Eğitim zengini Finlandiya’da ise bu oran 1.00. Fakat sözleşme feshedildikten sonra kaynağı belli olmayan yerler tarafından paylaşılan haritalarda Türkiye’ye kadın cinayetleri konusunda yüzde 6-7 gibi oranlar verildi. Abartılı spekülasyonlar çoğu kişiyi dikenli çemberinin içine aldı.
Kadın veya erkek olarak ayırmıyorum, bugün bir insanın bir insana hakaret etmesi bile kabul edilebilir bir şey değil. Toplumsal huzuru sağlamak amacıyla bırakın tecavüzü, şiddeti, en başta hakaret etmenin ciddi yaptırımlara sebep olması gerek. Fakat bu İstanbul Sözleşmesi gibi oynar başlı bir sözleşmeyle gerçekleşebilecek bir olgu da değil maalesef. 

Ahlak bekçiliği yapmak kimsenin haddine değil, biliyorum. Fakat ahlak kavramını ‘’insana saygı’’ olarak benimsersek bunun bekçiliğini yapmak tüm altyapı ve üstyapı kurumların en asli görevi olmalı. 
 

Yorumlar (0)

Gelişmelerden Haberdar Olun

@