04.11.2022, 04:03

Atatürk ve İnönü

29 Ekim 1923'te, TBMM oturumuna toplam 258 milletvekili katılır. Cumhuriyet oylaması sırasında, bize tek adamlık keyfi idaresi Osmanlı'dan miras kalan ağalık ve şeyhlik düzeninden yana olanların ve Türk olmayan dönmelerin temsilcisi 100 milletvekili, meclisten çıkarak oylamaya katılmaz.

İçerde kalan 158 milletvekilinin oybirliğiyle Cumhuriyet ilan edilir. Ve peşinden, aynı oybirliğiyle Atatürk İlk Cumhurbaşkanı olarak seçilir.

Ertesi gün, Atatürk'ün İsmet İnönü'ye hitaben yazdığı başbakanlık görevlendirme mektubu aşağıdadır.

Yüz yıl önce değil, sanki bugün yazmış...

**

Atatürk’ten İsmet Paşa’ya,

“SEVGİLİ Paşam, 

Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. 

Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. 
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. 

Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. 

Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor.
Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve Parti Yönetim 

Kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. 
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. 
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. 
Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. 
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. 

Allah yardımcımız olsun!” (*)

Tarih 30 Ekim 1923... 
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’yı Köşk’e davet eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları İsmet Paşa’ya böyle sunar. 
Atatürk ve arkadaşlarının devraldıkları ülke işte böyle perişan durumdaydı.

10 Kasım’da parlak nutuklar atarak, bağlılıklarımızı bildirerek andığımız Atatürk’ün, nasıl bir mucize yarattığının bilincinde miyiz? 

Bugün ona sahip çıkabiliyor muyuz? Yoksa sadece nutuk mu atıyoruz?

Not: Turgut Özakman'ın Cumhuriyet-Türk Mucizesi kitabından bu bölümü sizlerle paylaşmak istedim. 

Yorumlar (0)

Gelişmelerden Haberdar Olun

@